Gençler hatırlamaz, meşhur 2004 kışının ikinci kar fırtınasından (12 Şubat) bir gün önce hava İstanbul’da günlük güneşlik, hatta gökyüzünde bir tane bulut yok… Fakat ocak ayındaki fırtınadan ağzı yanan vali okulları tatil etmiş, tabii millet de uzmanlarla ve valiyle aklı sıra dalga geçiyor, “bu havadan mı kar yağacak, geç onu yeaa!” filan bi havalar, bi tripler… açın Ekşi Sözlük’ü okuyun. Kar ertesi gün elbette fena yağdı ve İstanbul’u kilitledi, İzmit’te Bursa’da filan yarım metreyi geçti, Girit bile tarihi kar gördü; aşırı da bir soğuk olmuştu.
Yıl 2016. Bir arkadaşım Ankara’da, hafta sonu ben de orada olacağım, az önce telefonda “yea tamam sıcak diyorsun da hava o kadar da sıcak olacak mı cidden, cumartesi gündüz filanca yere gidemez miyiz?!” diye soruyor; diyorum ki 40 dereceye vuracak, kötü olacak, çok rahatsız eder, kapalı yerde durmak lazım; “akşamüstü de mi olmaz?” diyor… En yakınlarımız bile, içinde biz olduğumuz halde bu “bilim milim” işlerine işte böyle içten içe mesafeliler, eh onlar da sonuçta bu memleketin insanı, soğuk veya sıcak hava hakikaten gelmeden geleceğine ikna olmuyorlar, hatta derinlerde bir yerlerde bu “tahmin” olayının palavra olduğuna dair bir inançları var, bıyık altından gülüyorlar, diyorlar ki bunlar hep hokus pokus, müneccimlik… Zaten ülkemizde ancak çok küçük bir kesim fizik kurallarına inanıyor ve bilime, akla, mantığa güveniyor. Şehirlerarası otobüslerde kaç kişinin emniyet kemeri taktığından yola çıkarak bu insanların yaklaşık oranını hesaplayabilirsiniz. Not: CEHAPE’liler de takmıyor.
